MÜDERRİS HÜSEYİN EFENDİ
Müderris Hüseyin Efendi: 1858 yılında Ağın’ da doğan Hüseyin Efendi, Harput Kamil paşa medresesini bitirdikten sonra ,1871 yılında İstanbul Beyazıt medresesine devam eder. Burayı bitirdikten sonra Ayasofya camiine vaiz ve imam olarak atanır. Rivayete göre ; bir Cuma namazında vermiş olduğu vaazını Sultan Abdulhamit çok beğenir ve, Hüseyin Efendiyi saraya çağırtarak bir isteğinin olup olmadığını sorar, Hüseyin Efendide Ağın’a bir Medrese yapılmasını ister. Hüseyin Efendi’ nin bu isteğini kabul eden Sultan Abdulhamit ; Ağın’a medresenin yapılması için 500, medreseye akar yaptırılması ve kitap alınması için de 500 altın olmak üzere 1000 altın vererek medreseyi yaptır, Hüseyin Efendi’ yi de müderris olarak atar. İmamlık ta yapan Hüseyin efendi burada otuz yıl hizmet verdikten sonra, Cumhuriyetle birlikte medreseler kapanınca bu kez de Kemaliye Müftüsü olarak atanır.
Bu görevi sürdürdüğü sırada 1935 yılında görevi başında vefat eder. Ağın’ a yapmış olduğu hizmetlerinden dolayı, Ağın’ lılar mahallenin birisine O’ nun ismini verirler.
ŞEREF HOCAOĞLU
Şeref Hocaoğlu : 1905 yılında Ağın’ da doğmuştur. İlk ve Orta tahsilinden sonra Ankara hukuk fakültesini bitirdikten sonra Çemişgezek savcılığına atanır. Buradan sonra Palu ve Denizli’ de hakimlik görevlerinde bulunur. Daha sonra maliye Bakanlığı muhakamat Müdürlüğünde Müşavir ve Avukat olarak çalışır. Bu görevin ardından Danıştay ikinci daire reisliğine getirilir. 24.10.1963 yılında Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçilir. Emekli olana kadar bu görevde bulunur. Emekli olduktan sonra Ankara’ da Avukatlık yaparken 1977 yılında vefat eder.
Şeref Hocaoğlu babasının yaptırdığı medresenin yerine El sanatları Eğitim Merkezini yaptırarak Ağın’ a hizmet eder.
ÖĞRETMEN ABDULLAH LÜTFÜ (Tahtasız Hoca)
Elazığ’ın Ağın ilçesinde doğan Abdullah Lütfi, imkânsızlıklar ve yoksulluklar içinde kendi kendini yetiştirmeye çalışır. O, kendisinin, çevresinin ve tüm toplumun kurtuluşunu ve refaha kavuşmasını eğitimin geliştirilmesi ve bilgisizliğin giderilmesinde görür.
Abdullah Lütfi, meslek dışından açılan bir sınavı başararak çeşitli yerlerde, özellikle de Elazığ yöresinde ilkokul öğretmenliği yapar. Dini bilgisi ve öğrendiği Fransızca yoluyla elde ettiği müspet bilgiler sayesinde saygın bir öğretmen ve halk önderi olur. Onun ilginç bir çalışması da, eski harflerle Türkçe okuma yazma öğretimine ilişkin yeni bir yöntem geliştirmiş olmasıdır. Bu, hece ve kelime yöntemine karşı “cümle öğretim” yöntemidir. Bu konuda hazırladığı bir alfabeyi Osmanlı Eğitim Bakanlığına gönderir, fakat muhtemelen bir “eğitimci diploması” olmadığı için görüşleri dikkate alınmaz. Abdullah Lütfi her rastladığı kişiye “kafadar okuyor musun” diye sorar, her yerde öğretim yapmaya çalışır ve bir yandan başında sarıkla camiye ibadet için giderken, bir yandan da kilisede bir papazdan Fransızca dersleri alır. Çevresinde saygı görmekle beraber, bu nedenlerle “tahtasız”, yani biraz “deli” olarak da nitelendirilir. Abdullah Lütfi çeşitli siyasal ve askeri olayların içinde yer alır. Örneğin, 1877–1878 Osmanlı-Rus savaşına bile gönüllü olarak katılır, Temmuz 1921’de Ankara’da toplanan Maarif Kongresine dinleyici olarak gelir. O, her yerde ileri görüşlü, yeniliklere açık, yurtsever, eğitimin gücüne inanmış bir öğretmen ve halk önderi olarak karşımıza çıkar.
DESTAN ŞAİRİMİZ NİYAZİ YILDIRIM GENÇOSMANOĞLU
1929 yılında Elazığ'ın Ağın İlçesinin Tatarağası mahallesinde doğmuştur.Babası Mehmet Sait Efendi, Annesi Zeynep Hanımdır. Bir rivayete göre aile kökü Bağdat'ın fethinde kahramanlık gösteren Gençosman'a dayanır. İlkokulu Ağın'da tamamlayan Gençosmanoğlu, daha sonra Akçadağ köy enstitüsünü bitirerek Elazığ'ın muhtelif yerlerinde bir süre öğretmenlik yaptı. Daha sonra ilköğretim müfettişi oldu. Milli Eğtiim Bakanlığının çeşitli kademelerinde çalışan Niyazi Yıldırım GENÇOSMANOĞLU MEB Yayımlar Dairesinde Şube Müdürlüğü ve bir süre sonra Devlet Kitapları Müdürlüğü ve Yayımlar Dairesi Başkanlığına atandı. Emekli olduktan sonra Türk Musukisi İstanbul Delet Konservatuarı Genel Sekreterliği, Türk Edebiyatı Vakfı Müdürlüğü ve Doğu Türkistanlılar Vakfının yayın organı olan Doğu Türkistan'ın Sesi dergisinde yayın yönetmeliği yaptı. 21 Ağustos 1992 yılında vefat etti. Türk Dünyasının büyür şairlerinden biridir. Ağınlı olan bu milli şairimizin yayınlanmış olan bir çok şiir kitabı vardır.Bunlardan bazıları;Kopuzdan Ezgiler, Bozkurtların Ruhu, Bozkurtların Destanı, Salur Kazan Destanı, Genç Osman Destanı, Destanlar Burcu, Malazgirt Destanı, Destanlarda Uyanmak.
İRFAN FETHİ GEMUHLUOĞLU
İstanbul Göztepe’de, Gemuhu'lu bir ailenin çocuğu olarak 1923 yılında doğdu. Babası Mustafa Neşet Efendi, annesi Fatma Saniye Hanım’dır. Çocukluğu son Osmanlı aydınlarının yaşadığı Erenköy ve Göztepe’de geçti. Kişiliğinde ailesinin ve yakın çevresinin büyük rolü olmuştur. Haydarpaşa Lisesi’ni bitirdikten sonra İstanbul Hukuk Fakültesi’ne devam etmiştir. Bilahere İstanbul’da muhtelif okullarda Türk Dili ve Edebiyatı hocalığı yaptıktan sonra Spor Sergi Sarayı Müdürlüğü görevini yürüttü. Bir müddet Almanya’da serbest gazetecilik yaptıktan sonra Milli Eğitim Bakanlığı’nda özel kalem müdürlüğünde bulundu.
İstanbul ve Ankara’da Odalar ve Borsalar Birliği Basın Müşavirliği görevinde de bulunan Gemuhluoğlu, bir çok vakıf ve derneğin kurucu üyeliği ve danışmanlığını yapmıştır.
Daha sonra kuruluşunu yaptığı Türk Petrol Vakfı’nın sekiz yıl süreyle genel sekreterliğini yürütmüştür. 5 Ekim 1997 tarihinde İstanbul’da vefat eden Fethi Gemuhluoğlu, Sahrayı Cedid Mezarlığında medfundur.
Mesleği insan yetiştirmek Dünyaya “ekmek bıçaklarının, hürriyet yolunda bilenirse ne menem kestiğini” göstermek için gelen Fethi Gemuhluoğlu’nun mesleği, en başta insan yetiştirmekti. “Selamet derkenar est” diyerek kenara çekmiş ve aktif politikanın içinde bulunmamış, lakin yetişmesine ön ayak olduğu gençler bürokratik kademelerde etkili mevkilere getirilmiştir.
Yaptığı hizmetlerle yaşadığı döneme bir gönül ve hizmet adamı olarak damgasını vuran Fethi Gemuhluoğlu, sağlam karakteri, toplumu bir bütün olarak ele alan hoşgörülü tutumu ve herkese sevgisiyle yaklaşımından dolayı etrafında aydın bir çevre oluşturdu. Zarif bir İstanbul Türkçe’siyle yaptığı konuşmalarında, mektup ve makalalerinde, iman, aşk, emek, hürriyet, güzel ahlak, çalışkanlık gibi değerlerin savunucusu oldu.
Konuşmalarında, makale ve mektuplarında sevgi ve dostluk kavramları üzerinde titizlikle duran Fethi Gemuhluoğlu, bunların ölçüsünün insana ve İslam’a hizmet etmek olduğunu, sevginin hiçbir karşılığının bulunmadığını, insan hayatının aşk üzerine kurulduğunu ifade etmiştir. İnsanın iyi tarafını öne çıkarmanın ancak sevgi ve dostlukla mümkün olduğunu söyleyen Gemuhluoğlu’na göre aşk, insanın katı yanlarını yumuşatarak hayata bir esneklik kazandırır ve bu esneklik, güçlüklerin aşılmasına yardımcı olur. Bu da insanlar arasında dayanışmayı ve yardımlaşmayı mümkün kılar.
İnsanla insan, insanla eşya ve insanla mücerret kavramlar arasındaki dostluğu çok ileri noktalara taşımış, şöhret, mal ve uyku dışında herşeyle ve herkesle dost olmanın gereği üzerinde ısrarla durmuştur.
Buradan hareketle, bir müslüman için dünya ve ahiret diye bir ayırım yapılmadan ahiretin dünyada başladığını bilerek ölüme de dost olunması gerektiğini vurgulamıştır.
Ülke menfaatini şahsi menfatinin önüne geçiren, birbirinden kopuk çevrelerin ortak bir aşk ve hizmet zemininde buluşması yönünde yoğun çaba harcayan Fethi Gemuhluoğlu, toplumu ve insanlığı bir bütün olarak ele alan yaklaşımından kaynaklanan birleştirici kişiliği ile, sadece kendi nesli için değil, sonraki nesiller için de örnek şahsiyetlerden olmuştur.
Prof.Dr.Yurdanur KABASAKAL TULUNAY
1940 yılında İstanbul'da doğdu. A.Ü.Fen Fakültesi Fizik Mühendisliği bölümünden 1963'de Yüksek Mühendis olarak mezun oldu.1962'de ODTÜ'de asistan olarak göreve başladı. M.Sc.derecesini Fordham Üniversitesi'de, "Muclear Physics"; Ph D. derecesini ise Birming ham Üniversitesi'nde "Space Research" dalında aldı.
1962'den beri ABD'de California ve Fordham Üniversitelerinde; İngiltere'de Birmingham Üniversitelerinde; ABD'de NASA Goddard Space Center'da; İngiltere'de SERC Appleton; CRL Rutherford Appleton Laboratuvarlarında; Japonya'da İnstitute of Space and Astronautical Sicience (ISAS) kurumunda; Türkiye'de ise ODTÜ, İTÜ'de eğitim, öğretim, araştırma görevlerini yürüttü. Selçuk Üniversitesi ve Fırat Üniversiteleri'nde, eğitim ve araştırma etkinlikleri oldu.İTÜ'de (1974-1976);(1983-1990)arasında çalıştı.(1997-2004) yılları arasında İTÜ Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesinde (UUBF) Dekan olarak görev yaptı.Dr.Tulunay, İTÜ UUBF Uzay Bilimleri ve Teknolojisi Bölümünü 1986 yılında Bölüm Başkanı olarak yaşama geçirdi.
Avrupa Birliği (AB) Altıncı Çerçeve Programı (FP6), Uzay Havası ve Yer'in Uzaydan algılanması projelerin hakemliği ve sonuçların değerlendirildiği üst kurul üyeliği, FP6 proje izlenmesinde bağımsızlık uzmanlık; ESF Nework Proje hakemliği; NATO Research Grant ve NATO ASI değerlendirme hakemliği ve Fulbright burs hakemliği yaptı. Ayrıca, bir çoğu uluslararası olan dergilerde, TTGV Teknoloji ödülünde ve çeşitli ödül kurullarında hakemlikler yapmaktadır. Dekan, Dekan Yardımcılığı, Bölüm Başkanlığı, Fakülte Senatörlüğü, Anabilim Dalı Başkanlığı ve çeşitli yönetimsel kurul ve komisyon üyeliklerinde bulundu. NATOAGARD EM Panel üyeliği, AB COST Eylemlerinde, ESF, NATO, NATOAGARD, NATORTO, TÜBİTAK, DPT, HvKK, MSB ARGE, ODTÜ, İTÜ Araştırma Fonu projelerinde yürütücü, TUK, EUROTRAC, UBİTEK, USTEK, TUJJB, TÜRKSAT1B Offset, BM (COPUOS-UBAKK) komitelerinde üye olarak çalıştı.
AIAA;European Geoscience Union (EGU), COSPAR, URSI, Türk, Avrupa, Amerikan Fizik Dernekleri; Avrupa ve Amerikan Jeofizik Birlikleri, Türk Isı Bilimi ve Tekniği Derneği, Türkiye Kalite Derneği (KAL-DER) üyesi olduğu kuruluşlardır.
Ariel 3 ve Ariel 4 uygularının işletim, Yönetim Kurullarında 1968 yılında aldığı görevlerden başlayarak, Yere Yakın Uzay Bilimi ve Teknolojisi dallarında araştırma yapmakta olan Dr.Tulunay, son yıllarda Uydu ve Yörünge Dinamiği, Uzay Fiziği, Uzay Havası ve ilitişimdeki etkileri konularında özgün araştırmalar yapmaktadır. Toplam 182 yayını vardır. Bunların 47 tanesi SCI'de taranan uluslararası hakemli dergilerde; 5'i uluslararası hakmeli dergilerde; geri kalan kitapta makale; hakemli bilimsel toplantı bildirileri; ve ulusal yayın biçimindedirler. Bu yayınlara yapılan toplam atıf sayısı 529'tür. Başkaları tarafından yapılan 425 tane atıfın, 328 tanesi SCI'de taranan, 75 tanesi öteki hakemli dergilerdedir. Rapor, tez vb.gibi eserlerde farkında olunabilen başkaları tarafından yapılmış atıf sayısı ise 22'dir.
Dr.Tulunay, 1996 yılında ODTÜ Mustafa Parlar Vakfı Bilim Ödülü'nü almıştır.
RÜŞTÜ ASYALI
1947’ de Ankara’ da doğdu. 1970 te Ankara Devlet Konservatuarı Tiyatro Yüksek bölümünü bitirdi. Aynı yıl Devlet Tiyatrosuna girdi ve çalışmaya başladı. Küçük yaştan beri Ankara Radyosu Çocuk saatinde görev yapan sanatçı, 1968-1972 yılları arasında “Keloğlan” dizilerini canlandırdı. Ayrıca radyo programlarında oyuncu, sunucu ve yönetmen olarak görev yaptı. Asyalı , halen Devlet Tiyatrolarında ki görevini sürdürmektedir.
Rüştü Asyalı , Tiyatrodaki oyunculuk ve yönetmenlik çalışmalarının yanında Türk sinemasında “ keloğlan” tiplemesiyle de haklı bir üne kavuştu. Filmlerinde değişik versiyonları, yıllardan beri beyaz perde de ve televizyon ekranlarında güncelliğini koru yor Bundan başka Asyalı kendine özgü tok sesi ve başarılı diksiyonuyla , radyo, televizyon ve beyaz perde de temsil,konulu ve belgesel film ve oyun gibi çok değişik alanlardaki “ seslendirme” siyle de ünlüdür. Sinema ve televizyon için senaryolar da yazan Asyalı , ülkenin sanat etkinliklerine önemli katkıları olan bir sanatçıdır.
ELMAS YILDIRIM
Elmas Yıldırım, 25 Mart 1907’de Azerbaycan’ın Gala köyünde doğdu. Babası Abdülmuhammet, anası Nisa Hanımdır. Yıldırım’dan sonra ailenin, Sona, Ziba, Abdülali, Mehmetali ve Haydar adlı 5 çocuğu daha dünyaya gelir. Yıldırım’ın göbek adı Abdülhasan’dır. Ancak, çocukluk yıllarında herkes onu, dedesinin adı dolayısıyla Almas veya Almaszade olarak tanırdı.
Yıldırım’ın babası hacı Abdülmuhammet önce Şüvelan’a, oradan da Bakü’nün Çemberekent semtine göç eder. Geleceğin hürriyet ve istiklâl şairi artık ailesiyle beraber, bugün Bakü’de Gülistan Sarayı’nın yer aldığı bölgede bulunan evde yaşamaya başlar.
Azerbaycan’daki kayıtlar onun asıl adının Yıldırım, soyadının ise Almaszade olduğunu göstermektedir. Türkiye’deki resmî kayıtlarda da asıl adı Yıldırım, soyadı ise Elmas olarak geçmektedir. Fakat, Türkiye’de uzun süre ‘Şengel’ soyadını da kullanmıştır.
Yıldırım, 1914-1915 eğitim-öğretim yılında, Çemberekent’te bulunan 7 yıllık ‘İttihad Mektebi’nde öğrenime başlar. ‘İttihad Mektebi’nde okurken güzel şiirler yazmaya başlayan şair, adı geçen okuldan Farsça’yı da öğrenerek mezun olur.
Şair, daha sonra o dönemde öğretmen yetiştiren Abdulla Şaik Adına Numune Mektebi’ne girer. Burada Rusça da öğrenen Yıldırım, bugünkü adıyla Bakü Devlet Üniversitesi Şarkiyyat Fakültesi Edebiyyat Bölümü’ne kaydolur. Fakat, birkaç ay sonra, ülkesini işgal eden Sovyet yönetimi tarafından ailesinin zengin olması, esarete karşı çıkması, millî düşünceleriyle halkın hissiyatına tercüman olması vb. sebeplerle fakülteden atılır.
Üniversiteden atılan Yıldırım, edebî faaliyetlerini Yaşıl Qelemler Derneği, Yaşıl Yarpaq Derneği, Azerbaycan Edebiyyatı Cemiyeti, Yıldırım olarak da bilinen Türk Edip ve Şairleri İttifaqı, Kitap Dostları Cemiyeti, Edebiyyat Cemiyeti vb. cemiyetlerin bünyesinde sürdürür.
Azerbaycan’ın Sovyetler tarafından işgal edilmesini kabullenemeyen şair ve yazarların, söz konusu cemiyetler üzerindeki nüfuzunun arttığını hisseden Sovyetlerin özel donanımlı ‘Çéka/QPU [=Devlet Siyasî İdaresi] teşkilâtı çeşitli tedbirler alır. Komünist Partisi tarafından kurulan Azerbaycan Proleter Yazıçılar Cemiyeti hariç olmak üzere bütün edebî cemiyetler kapatılır.
Sovyetlerin kara bulutları başının üzerinde dolaşmaya başlayan şairin attığı her adım takip edilir. Rejim tarafından, Kemalcılar Türkiye’sini sevmek, Türkiye’nin çavuşluğunu yapmak, Türklere âşık olmak, istiklâlcı gençler yetiştirmek, Lâtin asıllı Türk alfabesini savunmak, millî edebiyatı devam ettirmek, ‘Vahit Türkistan Devleti kurmak istemek’ vb. sebeplerle suçlanır ve başının Sovyet çekiciyle ezileceği ilân edilir.
Önce Derbent’e, sonra Kırım’a ve Aşkabat’a sürgün edilir. Aşkabat’ta kurşuna dizilme tehlikesiyle karşı karşıya kalınca eşi Ziver Hanımla beraber İran/Güney Azerbaycan üzerinden Türkiye’ye geçmeye karar verirler.
Gecenin bir saatinde eşi Ziver Hanımla, üç aylık oğlu Azer’i de alıp kaçakçı deve kervanına katılır. Bir müddet sonra kervandan ayrılır. Yalnız başlarına yola devam ederler.
Yollarda aç ve susuz perişan olan genç ana baba, üç aylık Azer’i bir kayanın gölgesine bırakıp gitmeyi düşünürler. Çünkü, takatları kesilmiştir. Bir defasında kundaktaki Azer’i bir kayanın dibine bırakan ana baba birkaç metre ağlayarak yürüdükten sonra geri dönüp yavrularını bağrına basarlar.
İran sınırına yakın bir yerde yönlerini şaşırırlar. Artık nereye, nasıl, hangi yöne gideceklerini bilemezler. Bu çaresiz duruma düştükleri sırada beyaz elbiseli, beyaz atlı biri kişi kendilerine yol gösterir.
İran’a geçerken yakalanan Yıldırım, sınır kanunlarını ihlâl etmekle suçlanarak ailesiyle birlikte tutuklanır. Burada şaire, ‘Stalin’in casusu’, ‘Bolşevik Sovyet casusu’ diye işkence yapılır. Neticede, serbest bırakılıp Meşhed’e gönderilir.
Yıldırım, İran’da maddî ve manevî büyük sıkıntılar yaşar. Atatürk’ün hür Türkiyesi’ne ulaşmanın yollarını arar. Şair ailesiyle birlikte Atatürk Türkiyesi’nin Van şehrine, oradan da Elazığ’a gelir.
Türkiye Cumhuriyeti, Yıldırım’a kucak açar. Hazar Gölü’nün sıcak insanları onu bağrına basar. Hazar Gölü şaire, çocukluk ve gençlik yıllarını geçirdiği Hazar Denizi’ni hatırlatır. Bunun için sık sık Hazar Gölü’nün sahiline iner, onunla dertleşip hasret gidermeye çalışır.
Elmas Yıldırım, Palu’nun Karaca Bucağı/Karacabağ İlkokulu’nda vekil öğretmenlikle işe başlar. Bir süre Palu’nun Karaçor nahiyesinde yani bugün Kovancılar’a bağlı Çaybağı’nda ve şimdiki İmar İskân Müdürlüğü’nde görev yapar. Keban ve Palu ilçesi tahrirat kâtipliği görevlerinde bulunur.
Bir müddet Karabegler’de yani şimdiki Arıcak’ta nahiye müdürü olarak çalışır. Daha sonra Ağın, Hankendi, Baskil’in Aydınlar beldesinde ve Elazığ Merkez ilçeye bağlı Balıbey’de Bucak Müdürü olarak görev yapar. Elmas Yıldırım 1951 yılının ortalarında Tunceli’nin Nazimiye ilçesi Dallıbahçe Bucak Müdürü olarak çalışır. Ölümünden birkaç ay önce Malatya’nın Kale Bucağı Müdürlüğüne atanır.
Yıldırım’ın Bakü’nün Gala kendi’nde başlayan dünya hayatı, Malatya’nın Kale bucağında görev yaparken biter. 14 Ocak 1952’de Malatya’da kirada oturduğu evinde vefat eder. Şairin naaşı, Malatya’nın Sancaktar Kabristanlığı’nda toprağa verilir.
Şair, arkasında gözü yaşlı bir anneyle, çocukları Mehmet Bakühan, Odkan, Aras ve Azer’i bırakır. Ailenin bütün yükü, üniversite tahsiline başlamak üzere olan büyük oğlu Azer’in üzerinde kalır. Aileye, Malatya’nın o zamanki valisi Şefik San Beyefendi sahip çıkar ve her türlü yardımı yapar.
Ölünceye kadar Türk’ün istiklâl aşkını terennüm eden Elmas Yıldırım’ın sağlığında İlk Şiirler, Dün Bugün, Dağlar Seslenirken, Azerbaycan Mânileri Azerbaycan Halk Edebiyatından Alınmış Bayatılar, Bayatılar Azerbaycan Halk Mânileri ve Boğulmayan Bir Ses adlı eserleri yayınlanmıştır.